12 Ağustos 2009 Çarşamba

Beşeri Sermaye ve Sosyal Sermaye Kavramları Işığında Neoliberal Dönemde Kamusal Hizmetler:


CAHİDE SARI


Kapitalizmde toplumsal ve bireysel alana dair düzenlemeler, toplumsal yaşamın, kapitalist üretim ilişkilerinin yeniden üretilmesine bağlı olarak şekillenmesini hedefleyici tarzdadır. Bu bağlamda toplumsal alan, ekonomik anlamda maksimum çıktının elde edilmesine dayanan bir rasyonaliteye göre düzenlenmektedir. Bu rasyonalite dönemin ihtiyaçları doğrultusunda yeniden belirlenmektedir.

Sosyal devlet döneminde insan (vatandaş), kamusal hakları üzerinden tanımlanırken ve bu haklardan faydalanmak ödeme gücünden bağımsız biçimde kamusal bir güvenceye dayandırılırken, 80’li yıllardan itibaren kamuya ait işletme ve ekonomik etkinlik alanlarının özelleştirilmesiyle beraber kamu otoritesi- vatandaş ilişkilerinde yeni bir dönem başlamıştır. Asıl olarak bireysel ödeme gücüne göre sunulan ve arkasındaki kamusal güvencenin çeşitli müdahalelerle eritildiği “kamusal hizmet” anlayışı ön plana çıkmış, devlet kamusal hizmetlerin sunumu ve üretilmesi görevini üstlenmek yerine bu işlerin organize edildiği bir birim olarak belirmeye başlamıştır. Kamu hizmetlerinin finansmanının kaynağı artık devlet bütçesi değil, çoğunlukla bu hizmetleri talep edenlerin yaptıkları ödemelerdir. Kamusal hizmetler alanı arz yönlü bir alan olmaktan çıkarılmaya başlanmış ve talebin belirleyiciliği üzerine inşa edilen bir kamu hizmeti piyasası oluşmaya başlamıştır.

1973 ve 1979’da yaşanan petrol krizlerinin ardından yürürlüğe konan ve ağırlıkla 1990’lı yıllarda belirginleşen neoliberal politikaları biyosiyaset ve yönetimsellik açısından ele almak, bu politikalarla asıl olarak neyin hedeflendiğinin açığa çıkartılması açısından önemli ipuçları sunmaktadır. Dönemi liberal politikalara geri dönüş ya da devletin küçültülmesi olarak görmek yerine, yeni bir insan ve yeni bir toplumsallık fikrinin inşası olarak görmek gerekmektedir.

Ağırlıklı olarak 1990’lı yıllarda başlayan sağlık ve sosyal güvenlik reformları uygulandıkları ülkelerde toplumsal eşitsizlikleri arttırmış, ödeme gücüne göre toplumsal kesimleri adeta yaşanmaya değen ve değmeyen hayatlar olarak ayrıştırmıştır. Bu reformlar sonucunda kamusal sağlık ve sosyal güvenlik sistemleri yapısal değişimlere uğratılmıştır. Öncelikle bu reformlarla birlikte bireye ve toplumun ne olduğuna dair algı tümüyle değişmiş, toplumsal alanı oluşturan bütün unsurlar sermayenin birer biçimi olarak kavramsallaştırılmaya çalışılmıştır.

Piyasa mekanizması her anlamda genişletilmiş, daha önce bu alanın içinde görülmeyen alanlar bile piyasa mekanizmasına dahil edilmiş, toplumsal alanın ve toplumsal ilişkilerin neredeyse tümü bu mekanizmanın dili ile yeniden inşa edilmiştir. Piyasanın özneleri işletmelerdir ve piyasadaki ilişkiler de bu işletmeler arasındaki ilişkilerdir. Özneleri ve onlar arasındaki ilişkileri piyasa diliyle ifade etmek öncelikle özneleri birer işletme olarak görmeyi zorunlu kılmaktadır. Bu bağlamda beşeri sermaye ve sosyal sermaye kavramları neoliberal yönetim tekniğinin anlaşılır kılınması açısından oldukça kullanışlıdır.

Neoliberalizmin siyasal rasyonalitesi, bireye ve topluma kendi kendini yönetme ve geliştirme kapasitesinin kazandırılmasına dayanır. Bu yönetim tekniğinin siyasal rasyonalitesi bireylerin tercihlere, risklere ve bireysel sorumluluk alanlarına sahip oldukları fikri üzerinden işlemektedir. Foucault’ya (2008) dayanarak, toplumsal alana dair neoliberal düzenlemelerin tümünde, dışarıdan dayatılan değil artık içselleştirilmiş ve bireylerin her birinin belirli ilkeler doğrultusunda kendi kendini düzenlemesine dayanan bir yönetim tekniğinin işletilmekte olduğunu söyleyebiliriz. Bu yönetim tekniği disiplin toplumundan farklı olarak güvenlik toplumu kavramına yaslanır. Lazzarato’ya (2006) göre bu teknik, şeylerin doğrudan düzenlenişinden çok şeylere dair ihtimallerin düzenlenişine dayanır. İş kazalarına, hastalıklara ve bunların tedavi süreçlerine, dul ve yetim kalmaya, emeklilik vb. alanlara dönük düzenleme ve kontrol mekanizmalarıyla sosyal güvenlik sistemlerinin neoliberal ilkeler doğrultusunda metalaştırılması, bireyden başlayarak bütün toplumsal alanın artık başka bir rasyonaliteye uygun olarak dönüştürülmek istendiğinin açık göstergesidir.

Güvenliğin elde edilmesi amacıyla baskı ve zora dayanan mekanizmaların yerini, risklerin hesaplanması ve kontrol edilmesi yoluyla işleyen mekanizmalar almıştır. Bu bağlamda toplumsal sorunlar risk yönetimi anlayışıyla ele alınmaya başlanmıştır. Riskler karşısında birey, gerekli önlemleri almak, sorumluluklarını yerine getirmek ve risklerle kendi başına mücadele etmek zorundadır. Riskler karşısında güvence çoğunlukla ödeme gücüne endekslidir. Dolayısıyla yeterli düzeyde ödeme gücüne sahip olmayanların yaşam hakkının ne ölçüde var olduğunun sorgulanması gerekmektedir. Hangi bedenlerin değerli, hangilerinin değersiz olduğunun belirlenmesi açısından temel ölçütün ödeme gücü olması dönemin biyosiyasetinin ne olduğunu açığa vurmaktadır. Neoliberal dönemde biyoiktidar, hangi yaşamların devam ettirilmesi ve yeniden üretilmesinin ekonomik olarak “rasyonel” olup olmadığına karar veren piyasa mekanizması yoluyla işlemektedir.

Güvenlik toplumu kavramıyla beraber işsizlik ve yoksulluk gibi toplumsal sorunların ele alınış biçimlerinde önemli değişiklikler gündeme gelmiştir. Sorunların gerçek anlamda çözümünden çok “sürdürülebilir” oranlara çekilmesi hedeflenmiş, sorunların toplumsallaştırılmasıyla çözüm üretmenin yerini bireysel alanın “çözümün” tek adresi olarak görüldüğü bir bakış açısı almıştır. Sosyal devlet döneminde işsizlik, suç ve yoksulluk gibi sorunlar siyasal bir düzlemde ele alınırken, neoliberal dönemde teknik, pratik ve finansal sorunlar olarak kodlanmışlardır. Bireyler artık “üretici” yurttaşlar olarak değil, “müşteri tüketiciler” olarak tanımlanmakta seçme ve tercih etme olanakları ile esasen toplumsal olan sorunlar kişiselleştirilmektedir. “Yeni liberalizm yönetimin sınırlandırılması ve düzenlenmesi için rasyonel prensip temelini doğal özgürlük yerine, girişimci ve rekabetçi rasyonel birey davranışlarında bulmaktadır”(Lemke, 2001:200). Girişimci, rekabetçi, risklerle ve sorumluluklarla yüz yüze bulunan neoliberal dönemin bireyi üzerinde bu defa yeni benlik teknolojileri işlemektedir. Bireylerin neoliberal rasyonaliteye uygun biçimde kendi kendilerini yönetmeleri ve dönüştürmeleri için etkinlik, rekabet ve verimlilik ilkelerine göre hareket etmeleri gerekmektedir.

Sosyal devlet döneminde varlığını sorunları toplumsallaştırarak çözme becerisiyle meşrulaştıran iktidara karşılık, neoliberal dönemde iktidar bütün sorun çözme alanı olarak piyasaya işaret etmekte, toplumsal alanı piyasanın dili ile yeniden inşa etmektedir. Siyasal meşruluğun sağlanması açısından piyasa mekanizması içinde çözülmeyen ve hatta gün geçtikçe büyüyen sorunların, bireysel alandaki sorunlar olarak görülmesi ve çözümsüzlüğün kişisel başarısızlık olarak kodlanması gerekmektedir. Bu çerçevede, eğer ortada bir sorun varsa, bu, bireylerin risklere karşı yeterli düzeyde önlem almaması ve bu alandaki bilhassa “ekonomik” sorumluluklarını yerine getirmemeleri, risklerle örülü bir dünyada yeterli düzeyde kişisel birikim ve donanımı sağlayamamaları, kendi dönüşümlerini neoliberal rasyonalite doğrultusunda zamanında ve yeterince düzenlememiş olmaları sonucu oluşmuş tamamen kişisel bir sorun olarak algılanmalıdır. Benlik teknolojilerinin işletilmesi, bu tarz bir algılayışın içselleştirilmesi açısından büyük önem taşımaktadır.


Beşeri Sermaye:

Beşeri sermaye bireyi eğitim, sağlık, strese dayanıklılık durumu, cinsiyeti, genetik kodları vb. ile bir sermaye olarak görmektedir. Bu anlamıyla insanın biyolojik varlığını oluşturan hemen her şeyin doğrudan doğruya siyasetin nesnesi haline gelmesi söz konusudur. İnsanın biyolojik var oluşunu “çıplak hayat” olarak kavramsallaştıran Agamben’e (2001) göre biyolojik yaşamın siyasal alana dahil edilmesi ile iktidar çıplak hayat üzerinde de egemenlik kurmuş olmaktadır. Beşeri sermaye kavramı benlik teknolojilerinin oldukça yoğunlaşmasını gerektiren bir kavramdır. Beşeri sermaye sahibinin, onu zor ya da baskı kullanarak disipline sokan bir müdahale olmaksızın, kendi sermayesi üzerinde, neoliberal rasyonaliteye uygun biçimde gerekli bütün dönüşümleri gerçekleştirmesi ve bireyin kendi bedensel ve bilişsel varlığını dönüştürülebilen ve neredeyse kendisinden uzakta ve dışarıda bir “şey” olarak görmesi gerekmektedir.

Beşeri sermayenin işletilmesiyle birlikte birey ücret değil sermaye geliri elde eder. Böylelikle toplumsal alandaki emek-sermaye çelişkisi de bir çırpıda çözülmüş olur; çünkü artık emek gücü de bir sermaye biçimi olarak kavramsallaştırılmaktadır. Beşeri sermayenin sahibi, riskler karşısında sermayesini güvence altına almak için onu sürekli geliştirmek, korumak, yeniden üretmek ve ayakta kalmak için de diğer beşeri sermaye sahipleri ile kıyasıya bir rekabet içinde olmakla yükümlüdür. Bu yükümlülüklerin yerine getirilmemesi/ getirilememesi durumunda piyasa “hukuku”nun dışına itilmek kaçınılmaz son olacaktır. Bu sonun, beşeri sermaye sahibi dışında, hiçbir biçimde bir suçlusu yoktur ve bu son iktidar açısından meşruiyet sorunu yaratmayan bir sondur.

Yine liberal ekonomik öğretide olduğu gibi bunca farklılıklara sahip olmalarına rağmen beşeri sermaye sahipleri piyasa mekanizması içinde benzer sorunlar ve risklerle karşı karşıyadırlar. Sorunlar ve risklerle baş edebilme kapasitesi açısından birbirinden oldukça farklı düzeylerde bulunan beşeri sermayelerin eşit koşullar altında varlıklarını sürdürüyorlarmış gibi rekabet etmeleri beklenmektedir. Bu rekabetin biraz daha “haklı bir rekabet” olarak algılanabilmesi adına da mikro krediler gibi yöntemlerle dezavantajlı kişi ve grupların beşeri sermayelerini arttırmalarına yönelik müdahaleler söz konusu olabilmektedir. Böylesine eşitsiz bir durumun sürdürülebilirliği için geliştirilen politikalar da yine sürdürülebilirlik kavramına referansla dile getirilmektedir.

Beşeri sermaye neoliberal rasyonalite çerçevesinde yeterince rasyonel biçimde işletilemediği takdirde ortaya çıkan sorunlar (işsizlik, yoksulluk, açlık, dışlanmışlık vb.) artık bu sermayenin sahibi olan bireyin kendi kendine yarattığı ya da yol açtığı sorunlar olarak kabul edilmektedir. Beşeri sermaye sahibi seçimleri ve önlemleri ile yüz yüze bulunduğu riskleri, girişimci ruhuyla, kendi başına bertaraf etmekle yükümlüdür. Bu kapsamda “girişimci kültür” yeni bir tür yönetim formu olarak ortaya çıkmaktadır (Burchell, 1996: 29). Girişimci kültür ile seçim yapabilme özgürlüğünün neoliberalizmin siyasal rasyonalitesinin meşruluğu açısından oldukça önemli iki nokta olduğunun altı çizilmelidir.

Sosyal Sermaye:

Sosyal sermaye kavramı farklı disiplinler tarafından farklı bağlamlarda ele alınan ve farklı yaklaşımlar üzerinden farklı düzeyleriyle tartışılan bir kavramdır. Sosyal sermayenin tartışma konusu edilebilmesi için toplumsal alanın öncelikle esnek, sınırları belirsiz, bireysel sorumluluk ve risk anlayışı ile karşılıklı fayda esasına dayanan ağlarla inşa edilmiş bir alan olarak görülmesi gerekir. Makro düzeyde yerelleşme ve özerkleşmeye dayanan bir siyasal düzenleme, mikro düzeyde ise bu makro düzenlemeye uygun biçimde beşeri sermayelerin karşılıklı güven ve fayda esasına göre dizildiği bir düzenleme, sosyal sermaye kavramı için ön gereklilikleri oluşturmaktadır.

Farklı siyasal rasyonaliteler yönetim nesnesi olarak bireyi ve toplumu farklı tekniklerle farklı biçimlerde nesneleştirmektedirler. Sosyal devlet döneminde vatandaşlardan oluşan toplum türdeş, ulus devlet biçiminde örgütlenmiş, sınırları belirginleştirilmiş bir alan olarak görülürken neoliberalizm toplum ve bireyi piyasa ve sermayenin diline göre kodlar. Bu dile çevrilebilen alanlar toplumsal ya da bireysel alan olarak kabul edilir. Toplumsalın bu şekilde ifadesi ile birlikte sosyal devlet dönemine ait kolektif kimlikler bu yeni toplumsallık içinde dile getirilemez olur ve bunlar yerlerini bireysel sermayenin ve toplumsal sermayenin aynı anda maksimumlaştırılması için bir araya gelmiş cemaatlere bırakırlar. Bu cemaatler yine ekonomik gerekliliklere göre rasyonel bulunmadıkları takdirde dağılırlar ve başka cemaatler, başka ağlar örgütlenir.

Ekonomik hedefler ve değerlerle bir araya gelmiş beşeri sermayelerden oluşan sosyal sermaye kavramı ile birlikte sosyal devlet döneminde oluşturulan sosyal güvenlik mekanizmalarının altındaki zemin de ortadan kalkmış olur. Hem beşeri sermaye sahipleri açısından sorunlar bireyselleştirilmiştir hem de sosyal sermayenin arttırılması için oluşturulan ağların başka herhangi bir müdahaleye gerek kalmaksızın kendi kendine işledikleri varsayılmıştır. Ayrıca oluşturulan bu ağlar sorunların toplumsallaştırılmasına izin vermeyecek bir biraraya geliş biçimini temsil etmektedir. Dolayısıyla beşeri sermaye ve toplumsal sermaye kavramlarının bu anlamıyla neoliberal siyasal rasyonalitenin ilke ve gereklilikleri ile birebir örtüştüğünü söylemek mümkündür.

Kaynaklar:

Burchell, G.(1996). Liberal Goverment and Tecniques of the Self. Foucault and Political Reason. eds. Barry, A. vd. London: UCL Press

Foucault, M.(2008). The Birth of Biopolitics: Lectures at the Collège de France 1978-1979. Palgrave:Macmillan.

Lazzarato, M. (2006). “Biopolitics/Bioeconomics: a politics of multiplicity ». http://multitudes.samizdat.net/Biopolitics-Bioeconomics-a.html 9 Aralık 2008 tarihinde indirilmiştir.

Lemke, T.(2001) The Birth of ‘Bio-Politics’: Michel Foucault’s Lecture at the Collége de France on Neo-liberal Govermentality. Economy and Society, 30(2), 190- 207.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder