
Bugün, etnik müziğin insanlığın ortak değeri olarak kavramsallaştırılmasının önündeki en büyük engel, bir pazarlama kategorisi olan dünya müziğidir. Ya da başka bir deyişle, etnik müziğin evrenselleştirme çabalarına karşı piyasadan üretilen yanıt, yerelin tüketilmesi yolu ile piyasanın genişletilmesidir. Üçüncü dünya küresel piyasaya sadece hammadde ve bedeli asla ödenmeyen emeğini değil, toplumsal/kültürel birikimini de ihraç ediyor. Bu kültürel zeminin “işlenip” tüketime hazır hale getirilmesi sayesinde de devasa bir piyasa ortaya çıkıyor.
Etnik müziğin dünya müziği adı altında paketlenerek yenilir yutulur hale getirilmesi işlemi, kültürel çeşitliliğin/çok kültürlülüğün korunması ve çoğaltılması adına işletilen bu süreç, aslında fazlasıyla tek tipleştirici sonuçlar üretmektedir. Piyasa da, şu ya da bu nedenle tutulur hale gelmiş olan ifade biçimlerinin dışında farklı ifade yolları kendine yer bulamamakta, sektörün dev şirketleri tarafından dünya müziği etiketi basılmayan çalışmalar sesini duyurma imkânından yoksun bırakılmaktadır. Bu anlamıyla var olan müzik “piyasası” duyguların, ifade biçimlerinin, düşüncelerin birbiriyle buluşma imkânı yakaladıkları bir yer değil, şirketler tarafından norm olarak belirlenenin dışında kalan her şeyin dışlandığı bir mekân olarak kavranmalıdır.
Bu dışlama mekanizmasının merkezinde “benzemek” bulunmaktadır. Ana akım olarak tarif edilen her ne ise, müzikal alt yapıları buna uygun biçime sokarak, yani ancak uygun görülene benzeyerek bu piyasaya dahil olmanın mümkün olması, müzik piyasasının özünde fazlasıyla totaliter olduğunu ortaya koymaktadır. Ancak bununla, piyasanın sadece her şeyi birbirine benzeterek ayakta kaldığını söylemeye çalışmıyoruz. İfade etmek istediğimiz şey, piyasanın, farklılıklara ancak kendi sindirme kapasitesi ölçüsünde izin verdiği ve bu anlamıyla farklılıkları üreten damarları tıkayarak kendi farklılaşma tarzını bir norm olarak dayattığıdır.
Piyasa tarafından tıkanan damarlar, gerçekte müziği tam da “o” müzik yapan damarlardır. Bu anlamıyla üretildiği koşullardan, bedene aktarılma biçiminden, dile gelmesini sağlayan bireysel ve toplumsal öykülerden kopartılan kısacası yerinden edilen müziğin, kendini yeniden üretme şansının oldukça azaldığını düşünüyoruz. Yeniden üretme imkânı azaldığı ölçüde elde kalan tek şey ise “tekrar”dır. Rutini sindirmenin başka bir yolu da zaten yoktur.
Dolayısıyla müziğin, beden ve mekândan soyutlanarak piyasada (dünyada değil) tam dolaşım özgürlüğü kazanmasının bedeli, kendinden başka bir şey olarak “kalakalması” yoluyla ödenmektedir. Bir “ürüne” dünya müziği etiketinin basılması için bu süreç bir zorunluluktur.
Bu dışlama mekanizmasının merkezinde “benzemek” bulunmaktadır. Ana akım olarak tarif edilen her ne ise, müzikal alt yapıları buna uygun biçime sokarak, yani ancak uygun görülene benzeyerek bu piyasaya dahil olmanın mümkün olması, müzik piyasasının özünde fazlasıyla totaliter olduğunu ortaya koymaktadır. Ancak bununla, piyasanın sadece her şeyi birbirine benzeterek ayakta kaldığını söylemeye çalışmıyoruz. İfade etmek istediğimiz şey, piyasanın, farklılıklara ancak kendi sindirme kapasitesi ölçüsünde izin verdiği ve bu anlamıyla farklılıkları üreten damarları tıkayarak kendi farklılaşma tarzını bir norm olarak dayattığıdır.
Piyasa tarafından tıkanan damarlar, gerçekte müziği tam da “o” müzik yapan damarlardır. Bu anlamıyla üretildiği koşullardan, bedene aktarılma biçiminden, dile gelmesini sağlayan bireysel ve toplumsal öykülerden kopartılan kısacası yerinden edilen müziğin, kendini yeniden üretme şansının oldukça azaldığını düşünüyoruz. Yeniden üretme imkânı azaldığı ölçüde elde kalan tek şey ise “tekrar”dır. Rutini sindirmenin başka bir yolu da zaten yoktur.
Dolayısıyla müziğin, beden ve mekândan soyutlanarak piyasada (dünyada değil) tam dolaşım özgürlüğü kazanmasının bedeli, kendinden başka bir şey olarak “kalakalması” yoluyla ödenmektedir. Bir “ürüne” dünya müziği etiketinin basılması için bu süreç bir zorunluluktur.
bu neeee ehehe :)
YanıtlaSil