17 Ağustos 2009 Pazartesi

SİYASET

CAHİDE SARI
Siyaset çok kabaca dünyayı kurma ve anlamlandırma çabası olarak koyulabilir. Bu çaba günümüzde devlet ve kurumlar ekseninde okunmaktadır. Siyasetin kavranamayışı ile birlikte onun ancak temsil ile ilişkisini gören paradigmalar böylesi bir okumanın ilk ve temel sonuçları olarak ortaya çıkar. Bu paradigmalar, dünyayı kurma ve anlamlandırma çabasını son derece sınırlı, parçalı ve belirli bir alanın içine sıkıştırma eğiliminde olduklarından siyaseti ve siyasal olanı başka yerlerden okuma zorunluluğu, bu çabayı yeniden ve bambaşka biçimlerde inşa etmek açısından son derece önemli hale gelmektedir. Yeniden inşa süreci, kaçınılmaz olarak, başka bir anlam evreni, kutsal olanla olmayanın yerleştiği yeni bir topografya, yeni bir kavram seti, yeni bir zaman algısı ve ezberimizdekilerden başka özneler ile mümkündür. Siyasal antropoloji bu mümkünlüğü ortaya çıkarma olanaklarını sağlamaktadır. Bu olanakların belirmesinde Abélés’nin (1998) ilkel toplumlarda dinsel, ekonomik ve toplumsal olanla siyasal olanın üst üste binmişliğine yaptığı vurgunun önemi büyüktür. Bu üst üste binmişlik başka bir ölçüde modern toplumlar için de geçerlidir.

Bu kurma ve anlamlandırma çabası kaçınılmaz olarak siyaseti bir ilişkisellik olarak okumayı zorunlu kılar. Dünyanın neye göre, neye karşı, neye benzer biçimde, neyden ayrı olarak, kutsallığı nereye yerleştirerek, kiminle, kimlerle, kimleri dışlayarak, kimleri içerecek biçimde, nerede, hangi zamana yaslanarak ve hangi anlam setine göre kuruldu/kurulacak/kurulmalı sorularına yanıtlar üretme çabası olarak siyaset, zorunlu olarak güç- iktidar ekseninde ele alınmalıdır. Bu eksenden okunmayan siyaset, öznesiz, içeriksiz ve daha da önemlisi anlamsız kılınacaktır.

Her siyaset biçimi bir siyasi iktidar ilişkisine yaslanır. Bu ilişki Yasa ile uygulama arasında nasıl bir bağın inşa edildiğine göre farklılaşmaktadır. Dolayısıyla devlet siyasi iktidar biçimlerinden sadece biridir. Devleti bu bağlamda sınırlayan ve onu bir “takıntı” haline getirmeyen kavrayışlar, Yasa ile uygulama arasındaki bağın inşa edildiği güç-iktidar zeminini, bu zeminden türetilen zaman ve mekân algısını görmeyi ve buradan da siyaseti daha geniş bir çerçeveden okumayı mümkün hale getirirler.

Bir Yasa çerçevesinde eylemde bulunan insanların var olduğu her yerde güç- iktidar vardır. Siyasal iktidar ilişkisinin unsurları olarak güç ve iktidarın meşru şiddet tekelini ortaya çıkaracak biçimde ilişkilendiği yapı devlettir. “Toplum ezilenleri sömürmeyi bilen baskıcılar tarafından örgütlenmişse, bunun nedeni, bu yabancılaştırıcı gücün elinde belli bir kuvvetin, bizzat devletin özünü oluşturan ‘yasal fiziki şiddet tekeli’nin bulunmasıdır”(Clastres, 2006: 164). Bu bize doğrudan güç ve iktidarın bambaşka biçimlerde ilişkilenebildiğini göstermektedir. Güç ve iktidarın başka ilişkilenme biçimlerinin varlığı, siyaseti ve siyasal olanı yalnızca devlet dolayımıyla okumanın, imkânları ne ölçüde daralttığını ortaya koymaktadır.

Her siyasi iktidar, belirli bir biçimde davranma ve yaşama yönünde kendine has sistemli bir güç kullanım biçimine yaslanır. Güç kullanımının, kendisine yüklenene işlevi ve rolü yerine getirmesi için bir meşruiyet zemininde akıyor olması gerekmektedir. Meşruiyet sorunu doğrudan gücün kaynağına ilişkindir. Söz konusu gücün meşruluğu için gücün kaynağının Yasa olması gerekmektedir. Dolayısıyla Yasa ile uygulama arasındaki bağ, güç üzerinden bu şekilde kurulmaktadır. Bu bağlamda iktidar, güç kullanım biçimini de şekillendiren Yasayı uygulama yetkisi olarak ele alınmalıdır.

Eşitlikçi Toplumlarda Güç- İktidar:

Siyasi iktidar ilişkisi bir bölünme ile var olur. Bu toplumsal bir birlik olabilmenin zorunlu koşuludur. Gauchet’ye göre (2000) eşitlikçi toplumlar bu bölünmeyi, toplumun kendisi ile varlık nedeni arasına bir ayrım koyarak Yasayı dışsallaştırarak gerçekleştirir. Dışsallaştırma siyasi iktidarın temellerini atar. Dışsallaştırma ile kurulan siyasi iktidar biçimi bölünmenin toplumsal düzlemde olmasını engelleyerek, bu toplumları eşitlikçi kılar.

Yasanın dışsallaştırılması ile birlikte, toplumun her üyesinin Yasaya asla erişemeyecek biçimde ve ona eşit mesafede konumlanmasını mümkün kılan topografya oluşturulmuş olur. Bu topografya, toplumun üyelerinden birinin ya da birilerinin Yasa adına konuşmasını ve Yasa adına güç kullanmasını engelleyerek toplumsal alanı her boyutuyla kat eden bir siyasal uzam inşa eder. Bu uzamda dinsel, cinsel ve toplumsal olan siyasalla her boyutta çakışır.

Dolayısıyla eşitlikçi toplumlarda siyasi iktidardan ya da siyasetin yokluğundan bahsetmek abesle iştigal etmektir. Eşitlikçi toplumların yoksun olduğu şey siyasi iktidarın bir biçimidir. Eşitlikçi toplum, Yasa ile uygulama arasındaki bağı, kutsal olan ve kutsal olmayanı birbirinden adeta kopararak ya da en azından ilişkiye geçemeyecek kadar birbirinden uzak biçimde konumlandırarak kurar. “Toplumun, önderi de güdümü altında tutan denetimi, siyasi iktidarın ilkesiyle kullanımının bir araya gelmesini engeller”(Akal, 2005:191).

Bu kurma biçimi, iktidar ve güç arasına da kat edilemez bir mesafeyi yerleştirir. Eşitlikçi toplum yekpareliğiyle yarattığı kutsallık odağının aynasından kendini bu mesafeden görür. Gördüğüne göre de kendini yine bir bütün olarak kendisi düzenler. Bu düzenleme istisnasız herkesi aynı ilişkisellik içinde kapsar, kimseyi dışarıda bırakmaz.

Belli bir biçimde davranmaya zorlama olarak gücün, toplumun bir üyesi ya da üyeler kümesi tarafından kullanımı mümkün değildir ya da bu güç asla meşru değildir. Toplumun her üyesi tek meşru güç odağı olarak toplumun onu düzenlemesi karşısında tam bir teslimiyet içindedir. Bir bütün olarak toplumun gücüne tam teslimiyet sayesinde toplumun üyeleri özgürlüklerini elde ederler. Kutsal olana göre kendini düzenleyen toplumun gücü karşısında tam teslimiyet, toplumun üyesi için kendi gibi olanların ve kendisinden farksızlaştırılmış olanların uyruğu haline gelmemenin garantisidir. Bu noktada tam anlamıyla toplumsal denetimin tam anlamıyla bir özgürlük olanağı sağladığını söylemek mümkündür.

Bu özgürlüğü mümkün kılan iki önemli noktanın altını önemle çizmekte fayda var. Kutsallığın yerleştirildiği odağı asla erişilemeyecek kılan bir topografyanın içindeki eşitlikçi toplumun zamanı, sürekli çevrime, sürekli geriye dönüşlere ve başlangıçlara dayanmaktadır. Geriye dönüşler ve yeniden başlamalar, zamanı belirleyen ya da zamana müdahale ederek topluma müdahale eden ayrı bir odağın kurumsallaşmasını engelleyecek gücü için barındırır. “Siyasi güce sahip olmak, zamanı belirlemektir. Siyasi iktidarın, temsilci ötesinde, kurumsallaşarak süreklilik kazanması da, kesintisiz bir tarihin başlangıcı demektir. Bu kurumsallaşmaya ya da tarihe karşı direnen toplumsa, zamanla oynayarak, hep geriye dönüp dünyanın ve düzenin yaratılışını sürekli yenileyerek, tarih dışı kalır. İlkel ya da tarihsiz diye adlandırılan toplum, sanılanın tam tersine, kendi zamanını kendisi belirleyen, kendisi tayin eden toplumdur” (Akal, 2005:195)

Sürekli çevrim, toplumun bölünmemiş yapısını korumaya ve onu her zaman yeniden inşa etmeye yarar. Toplum kendisini yeniden ve yeniden inşa ederek aynı kalma çabasındadır. Ayrıca mesafeyi kat etme olarak zaman, çevrimselliği sayesinde, kutsallık odağı ile toplum arasındaki mesafeyi sürekli aynı kılar. Toplumun bu mesafeyi aşarak kutsallığı eline geçirmesi, sürekli olarak yinelenen çevrimlerle engellenmiş olur. Mesafenin kat edilmesi ancak toplumun başka bir zaman algılayışını benimsemesi ile mümkün olacaktır.

Yasa ile uygulamayı, kutsal ile kutsal olmayanı, güç ile iktidarı birbirinden bu denli ayırarak bütünlüğünü sağlayan eşitlikçi toplumun inşa ettiği topografya ve zaman algısı, dünyayı kurma ve anlamlandırma çabalarının içinde onu biricik kılar.


Kaynakça:
Abélés, Marc (1998) Devletin Antropolojisi. Çev. Nazlı Ökten. İstanbul: Kesit Yayıncılık
Akal, Cemal B.(2005) İktidarın Üç Yüzü. Ankara: Dost Kitabevi Yayınları.
Clastres, Pierre (2006) Devlete Karşı Toplum. Çev. Mehmet Sert. İstanbul: Ayrıntı Yayınları
Gauchet, Marcel.(2005) “Anlam Borcu Ve Devletin Kökenleri. İlkellerde Din Ve Siyaset.” Devlet Kuramı. 2.baskı. Cemal Bali Akal(der.) içinde. Çev. Ozan Erözden. Ankara: Dost Kitabevi Yayınları. 33- 67

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder